18 Ekim 2017 Çarşamba

MÜNİH-OKTOBERFEST 2017


En yakın arkadaşlarımla en son 2015 yılında Lizbon'a gitmiştik. Aklımızda hep bir yerlere gitmek vardı ve kısmet 2017 Eylül sonunda Almanya'nın meşhur Oktoberfest'ine gitmekmiş. Aslında senenin başında ben çıtlatmıştım onlara bu sene Oktoberfeste gidelim diye ama sadece cümle içerisinde kalmıştı. Ağustos başında Ayvalık'ta tatildeyken bir anda tekrar Oktoberfest planları belirdi ve hemen bizimkileri gaza getirdim. Herkes tamam deyince geriye uçak biletlerini ve daha sonra oteli ayarlaması kaldı.

Bu işi her zamanki gibi ben üstlendim. Şöyle söyleyeyim Birgül-Özge Can ve Özge gidene kadar hangi uçakla gittiğimizi, nerede kalacağımızı vs. tarzı temel bilgileri bile bilmiyorlardı desem hiç abartmış olmam :)

Öncelikle hep birlikte güne karar kaldık ve 23-24 Eylül haftasonunda karar kıldık. Hiç birimiz izin almak ve çocukları çok yalnız bırakmak istemedik. Ha oraya gidince ve Münih'in güzelliğini görünce buraya 1 gün daha ayırmalıymışız diye düşündük.

Uçak biletleri için THY-Pegasus ve Lufthansa seçeneklerini değerlendirdim. THY ve Pegasus İstanbul aktarmalıydı. Sadece 2 gün için gideceğimiz için Lufthansa'nın Cuma akşam gidiş,Pazar gece dönüş uçağı bize oldukça cazip geldi ve en önemli güzelliği Ankara'dan direkt uçuşun olmasıydı. Böylece izin almak durumunda da kalmayacaktık.

Lufthansa'nın kendi web sayfasından bakınca gidiş dönüş yaklaşık 1250 TL civarında bir ücret çıkarıyordu. Bende skyscanner'dan ücretleri taradım ve geziko nun uygun fiyat verdiğini farkettim. Daha önce hiç bu tarz sitelerden uçak bileti almamıştım. Geziko bize yaklaşık olarak kişibaşı gidiş dönüş 750 TL fiyat verdi. Bende gözümü kararttım ve hepimizin biletini oradan aldım. Ama içimde de bir kuşku vardı tabiki. Ya dolandırıcı bir siteyse , ya paramız uçarsa diye... Biletleri gezikodan aldıktan sonra bir onay e-maili geldi ve 24 saat içerisinde de yurtdışı seyahat acentasınden uçuşumuza dair PNR kodları geldi. Ama ben yine de kuşkuluydum hemen  Lufthansa'nın kendi web sayfasından teyit ettim ve biletlerimizi gördüm. O an yüreğime su serpildi.

Bu uçak biletinin özelliği bagaja izin vermemesiydi. Yani sadece 8 kiloya kadar el bagajına izin veriyordu. 2 gün gideceğimiz için açıkçası çok da sorun değildi. Ama hayatımda ilk kez bir yurtdışı tatiline sadece sırt çantasıyla çıktım.

Uçak biletini ayarladıktan sonra sıra gelmişti oteli ayarlamaya... Booking'ten otel araştırmasına girdim ama Oktoberfest haftasonu olmasına rağmen neredeyse tüm oteller doluydu. Bizim aradığımız fiyat sekmentinde olanlar ya şehrin 100 km dışarısında :D ya da geceliği kişibaşı 1000 Euro olan otellerde yer vardı :D Yani mecburen yer bulamasaydık Oktoberfest alanına yakın kurulan çadır kamplardan çadır kiralama yoluna gidecektik. Onlar bile geceliği kişibaşı 80 Euro civarındaydı.

Daha önce Hamburg ve Prag'ta tercih edip çok ta memnun kaldığım Motel One 'la irtibata geçtim. Motel One 'ın Münih'te yanılmıyorsam 5 tane oteli var. Daha önce eşim için de ayarladığım  Motel One Deutsches Museum 'la irtibata geçtim ve 2 oda rezerve edebildik. Otelin bir avantajı  hem şehrin içinde olması, hem yeni ve tertemiz stil bir otel olması, hem istediğimiz fiyat aralığında olması ve en önemlisi havalimalına tek S Bahnla ulaşabilmemizdi. Bu otele de kişibaşı gecelik 94 euro ödedik. Oktoberfest olması sebebiyle yüksek sezondu bu sebeple bu fiyata otel bulmak imkansızdı.

Uçuşa sayılı günler kala gitgide heyecan doruktaydı. Almanya zaten benim Avrupa'da en sevdiğim ülke, Münih'te daha önce hep merak ettiğim ancak sadece Amerika dönüşü aktarma yaptığım bir şehirdi.

Ve gidiş günü geldi :) Lufthansa'nın da ikramları bol ve lezizdi. Sadece 4-5  saat önce işte olup, 3 saatlik uçuştan sonra kendini bambaşka bir yerde bulmak gerçekten mükemmel bir duygu..





İnince gümrükten ilk ben geçtim. Almanca bildiğim için arkadaşlarımla haftasonu gezmeye geldiğimizi belirttim. Gümrük görevlisi pasaportumu inceledi ve 2017 gezilerimi incelemeye başladı. Paris'te ne kadar kaldın dedi  yaklaşık 5 gün dedim. 1 gün Yunanistan'a gitmişsin dedi evet günübirlik gittim dedim. Daha sonra bu kadar güzel Almancayı nereden biliyorsun dedi :) İlkokulda öğrendim dedim ve bana geç dedi. Daha sonra arkadaşlarıma ekstra bir şey sormadı.

Havalimanında valiz sorunu da olmayınca hemen çıktık ve SBahn tabelalarını takip etmeye  başladık. Oktoberfest zamanı olduğu için SBahn bileti makinelerinde ve gişesinde oldukça sıra vardı. Size tavsiyem mümkünse gitmeden önce München S bahn web sayfasından tren biletini almanız. 4 kişi olduğumuz için aynı geceyarısına kadar grup için geçerli olan Gruppen karte'yi almanızı öneririm.

S8'e bindiğinizde yaklaşık 35 dakikalık bir yolculuk sonrası Rosenheimer Platz İstastonunda indik. Buradan da otele yaklaşık 5 dakika yürüdük. O sokakta yürürken kendimi klasik Almanya'da hissettim.Otelin resepsiyonunda kendimizi Oktoberfest havasında hissettik. Resepsiyonda çalışanların hepsi Drindiln kıyafetlerini erkekler ise Lederhose'lerini giymişti.

Eşyaları odaya yerleştirir yerleştirmez bir taksi çağırdık ve bizi Maximilianstrasse'ye götürmesini istedim. Münih'te taksicilerle tanışmamızda böylece başladı. 2 günde toplam 6 kere taksiye bindiysek 5 tanesi Türk'tü bir tanesi Azeriydi. Azeri amca arabada bize İbrahim Tatlıses'i açtı ve eğleniyordu:)

Maximilian strasse oranın en ünlü caddesi diyebilirim. Tabiki biz gece gezdiğimiz için tüm dükkanlar kapalıydı.  Bildiğiniz tüm ünlü markaları burada bulabilirsiniz. YSL, LV, Prada, Gucci vs... Sokak gece çok güzel aydınlatılmıştı. Münih'in ünlü otellerinden birisi olan  Kempinski -Vier Jahreszeiten'de bu caddede yer alıyor.







Maximilian strasse'yi baştan sonra gezdikten sonra Marienplatz'a doğru yol aldık. Burası klasik bir Avrupa meydanı. Brüksel, Hamburg ana meydanlarına da benziyor. Burada Rathaus yer alıyor.



Gece Rathaus'un diğer ara sokaklarına da dalıp baya yürüdükten sonra istikameti Münih'e gelen herkesin görmesi gereken Hofbrauhaus'ta aldık. Burası en ünlü birahane. Burasının özelliği 2.Dünya Savaşı öncesinde Hitler'in burada toplanıp, politikalarını belirlemesi... Burası çok büyük bir birahane. Giriş katı ayrı ayrı büyük odalar şeklinde tasarlanmış aynı zamanda bahçe kısmı da var. Üst katı ise kocaman yemekhane şeklinde tasarlanmış. Herkes elinde dev bira bardağı, yemeklerini yiyor, yerel şarkılar eşliğinde dans edip, eğleniyorlardı. Tahta masalara vurup herkes dört bir ağızdan şarkı söylüyorlardı.

Mekan o kadar büyük olmasına rağmen her yer doluydu. Daha sonra yaşlı amca ve teyzelerin olduğu bir masaya sıkışıp eğlendik.





Burada baya vakit geçirdikten sonra daha önce adını duyduğum Kultfabrik'e gitmeye karar verdik. Hofbrauhaus'tan taksiyle Kultfabrik'in  (Werk) o tarafa geçtik. Burayı eski bir fabrika gibi düşünün. Etrafında ufak ufak barlar var. Bizde önümüzde yürüyen gençleri takip edip Willenlos isimli bir mekana girdik. Gençler ellerinde içecekleriyle dans ediyorlardı. Mekan daha çok teenagelere  hitap ediyordu. Ama çalan şarkılar oldukça güzeldi.





Burada da vakit geçirdikten sonra otelin yolunu tuttuk.

2.GÜN:

Sabah yine erkenden kalkıp kahvaltı için Cafe Glockenspiel 'in yolunu tuttuk. Burası Marienplatz'da Rathaus'un tam karşısında yer alan bir binanın 5.katında. Yani normalde burada böyle cafe olduğunu bilmesem gözden kaçırabilirdim. Gitmeden önce rezervasyon şart. Manzarası ise mükemmel. Münih'in çatılarına:) en önemlisi Marienplatz'a hakimsiniz. Kahvaltısı ise gerçekten enfes.Oldukça zengin bir kahvaltı menüleri var. Biz hepimiz oldukça memnun kaldık. Kahvaltıdan sonra kendimize alışveriş için biraz zaman ayırdık.


Cafeden manzara:















Yurtdışında en çok sevdiğim mağazalardan birisi Abercrombie&Fitch. 







Onun dışında da bulduğumuz irili ufaklı dükkanlara girdik. Arkadaşlara puro siparişi gelmişti. Münih'te çok ünlü bir puro dükkanı var diye sora sora bulduk. İsmi Pfeifen Huber . Ben puro-pipo-sigaradan hiç anlamam ama bu dükkan gerçekten de değişik bir yerdi. Yüzlerce çeşit puro-pipo ve tütün bulunuyor. Burasının kuruluş yılı 1863. Ne kadar meşhur bir yer olduğunu göstermeye yeterdir diye düşünüyorum. Eğer bunlara ilginiz varsa uğramadan dönmeyin.

Sipariş hediyeleri aldıktan sonra bu dükkana yürüyerek 5 dakika mesafede bulunan Viktualienmarkt'a gittik. Burası Cumartesi günleri kurulan bir pazar. Bildiğimiz meyve-sebze-çiçek pazarı ama etrafı da oldukça hareketli. Etrafta da yerel lezzetleri tadabilir, bira yudumlayabilirsiniz.







Daha sonra üniversite arkadaşımın siparişi üzerine Obletter isimli oyuncak mağazasını arayıp bulduk. Burası gerçekten de tam bir oyuncak cenneti.  2 katlı devasa bir yer ve istediğiniz envai çeşit oyuncağı bulmanız mümkün. Ben Kaan ve Arhan'a buradan lego aldım :)










Artık Münih sokaklarında baya gezdikten sonra sıra geldi Oktoberfest'e. Oktoberfest dünyanın en büyük halk festivali olarak biliniyor. Her yıl bu festivale toplam 6 milyon civarında turist geliyormuş. 1810 yılında Kral Ludwig ile Prenses There  von Sachsen Hildburghausen'in düğün töreni kutlamaları yıllar içinde bir halk festivaline dönüşmüş. Bu festivalin 184.yılında bulunmaktan dolayı açıkça  mutlu oldum. Oktoberfest Theresenwiese denilen dev bir alan üzerine kurulu. Öyle büyük ki, içerisinde 14 adet dev çadır, lunapark alanı ve bir sürü yeme içme büfeleri, hediyelik eşya dükkanları mevcut. Oktoberfest alanına gitmeden önce sizi uyarayım bizim yaptığımız hataya asla düşmeyin. Kesinlikle büyük çanta kabul etmiyorlar. Dolayısıyla Oktoberfest'e giderken yanınızda minicik bir çanta götürün. Çantamız büyük olduğu için mecburen Oktoberfest alanının dışında yer alan emanet odasına çantamızı bıraktık. Ama emanet odalarında bile acayip çok sıra vardı. Bir de emanet odası gece 00.00'da kapandığını belirtti. Dolayısıyla minicik bir çanta alıp bu alana gelin.











Oktoberfest biz gittiğimizde oldukça kalabalıktı. Alanda gezindikten sonra oranın en meşhur rollercoasterı olan Olympia'ya binmeye karar verdik. Her bir olimpiyat halkası içinde ter dönüyorsun. Birgül bu alete binmedi. Özge ve Özgecan'la bu alete bindik. Özge bu aletten indikten sonra bana söyleniyordu. Ama asıl kabus bundan sonra başa gelecekti. Bu aletten indikten sonra Riverbahn'a bindik. Yuvarlak bir bota biniyorsunuz, ortadaki halkadan çevirebiliyorsunuz sular üstünde gidiyorsunuz. Bu alete dördümüz de bindik. Bot tümsekten atlayınca bizim bot su aldı ve Özge ve Birgül'ün üstü başı su oldu. Ama öyle bir su değil her yerinden sular damlıyordu ve o alanda tüm günü sırılsıklam geçirmek durumunda kaldılar.Bu alete binmek için en çok direten kimdi tabi ki BEN ..

Artık bu kadar gezdikten sonra Oktoberfest çadırına girmeye karar verdik. Hemen yanımızda Schützenzelt bulunuyordu ve onun sırasına girdik.Ama ne sıra... Ana kapının önünde tıka basa, tıklım tıklım, herkes birbirini ezercesine ayakta sırada bekliyoruz. Bodyguardlar yığılmayı önlemek için sürekli itiyorlar. Tam 1 saat bekledikten sonra bodyguard basbas bağırıyor ben bugün bu çadıra kimseyi almayacağım diye.. Ben blöf yapıyor diye düşündüm ama gerçekten de almadı. Bunun üzerine kapı değişikliği yaptık ve S 3 kapısına yöneldik. Ordaki güvenlik görevlisi de kimseyi almıyor. Baktık direkt tipi Türk  ve direkt Türkçe konuşmaya başladık. Güvenlik görevlisinin ismi Can'dı. Can'la da baya konuştuk, Türkiye'den sadece 2 gün için geldiğimizi belirttik, Ankara muhabbeti yaptık, artık resmen yalvarıyoruz bizi içeri alsın diye 1 saatte Can'ın kapısının önünde ayakta bekledik. Can aslında iyiniyetliydi bizi içeri almak için uğraştı ama kapının iç kısmında diğer görevliler bulunduğu için bizi içeri alamadı. Artık 2 saat ayakta beklemekten hepimizin perti çıkmıştı ve umudumuzu kaybetmeye başlamıştık. Can'a biz artık gidiyoruz deyince bize gitmememiz gerektiğini ima eti ve beklemeye devam ettik. Daha sonra Alman birisi beklediğimiz kapıdan çıktı ve Can ona bileti olup-olmadığını sordu. Çocukta hadi iyisiniz dedi ve kullandığı bir tane  bileti Can'a verdi. Can'da o bileti bana verdi ve diğer kapıdan şansımı zorlamam gerektiği beyan etti. Bizde bunun üzerine diğer kapıya gittik ve dev güvenlik görevlisi bu biletle sadece bir kişinin giriş yapabileceğini belirtti.Ben de girmekten vazgeçmiştim ama arkadaşlarım beni itti ve çadıra beni soktular. Dev güvenlik görevlisi de bileti yırttı attı. Böylece çadırda tek başımaydım dışarı da arkadaşlarım vardı artık ne yapıp , ne edip onları içeriye almanın bir yolunu bulmalıydım. Çadırda bir kaç tur attım ve 2-3 grupla sohbet ettim arkadaşlarımın dışarıda olduğunu ve onları çadıra sokmam gerektiğine dair. Ama çabalarım maalesef olumsuz sonuçlandı. Artık kendi kendime çadırda yarım saat geçirmiştim. Tam ümidimi yitiriyordum (yani acı olan çadır için 3 saat vakit kaybetmekti) başka bir kapıya yöneldim, güvenlik görevlisinin tipinden Türk olduğu belli oluyordu. Konuya direkt Türkçe girdim. Güvenlik görevlisinin ismi Savaş'tı. Hemen durumu anlattım ve bana arkadaşlarını çağır hemen dedi. 3 saatin sonunda bunun duyunca resmen ağlamak üzereydim .. dermişim :D Ama çok mutlu oldum hemen arkadaşlarıma mesaj attım ve onlarda 5 dakika içinde tarif ettiğim kapıya geldiler ve hoop kapı açıldı içeri girdiler. Bu bizim için resmen ütopik oldu. Hayır Oktoberfest için Münih'e gelip, Oktoberfest çadırına giremeseydim cidden üzülürdüm.










Ve Oktoberfest eğlencesi bizim için bu anda başlamış oldu. Ortam kelimenin tam anlamıyla yıkılıyordu. Tıklım tıklım, müzikler, eğlenceler ve danslar... Fırsatı olan birisi bence buraya mutlaka arkadaşlarıyla gelip tadını çıkartmalı.Bizde kendimizi Alman yerel şarkılarına kaptırdık. Klasik oktoberfest şarkıları ... "Ein Prosit,Ziggy Zaggy..." Oktoberfest dev bir çadır ve litrelerce bira tüketiliyormuş. Canlı orkestra takımı ise herkesi eğlendiriyor.

Oktoberfest'in bir özelliği de sosyalleşme ortamı sağlaması.. Bizde etrafımızdaki masalarla sohbet ettik ve çadır kapanana kadar durduk. Çadırın kapanma saatinde Savaş ve Can yanımıza geldiler ve onlarla tekrar sohbet ettik. Onlar bize Münih'in en ünlü gece kulübünün P1 olduğu ancak buraya normalde rezervasyonsuz girmenin mümkün olmadığını ama istersek kapıdaki arkadaşlarına bizi aldırabileceklerini söylediler. Ama 3 saat çadır sırası beklemek bizi zaten epey yormuştu ve otelin yolunu tuttuk.

3.GÜN:

Bugün artık aynı zamanda dönüş günümüz olduğu için otelden check out yaptık ancak sırt çantalarını otelde bıraktık. Taksiyle Münih'in meşhur parkı olan Englischer Garten'a doğru yol aldık.  Englischer Garten oldukça büyük bir park. New York'taki Central Park ve Londra'da ki Hyde Park'tan daha büyükmüş. Biz Chinesischer Turm'dan şehir merkezine doğru yürüdük. Pazar sabahın erken saatleri olduğu için park çok sessiz sakindi. Normalde öğle saatlerinde Chinesischer Turm'un etrafındaki bira bahçesi full oluyormuş.










Sabah saatinde park oldukça serindi. Park uçsuz bucaksız yemyeşildi ve yurtdışında en sevdiğim özellik insanlar koşuyordu. Daha sonra Eisenbach tarafında yürüdük. Burada normalde insanlar sörf yapıyor. Ama erken saat olmasından mı kaynaklı veya sadece yılın belli dönemlerinde sörf yapıldığından mı bilmiyorum o sırada sörf yapan kimse yoktu. Englischer Garten'ı da biraz gördükten sonra Saray Bahçelerinde de gezdikten sonra tekrar Oktoberfest alanına gittik. 





Tabi bugün sabahtan gittiğimiz için bir gün önce sıra beklediğimiz çadırlardan eser yoktu.

Yani yine kalabalıklık vardı ama içerisi tıkış tıkış değildi. Şöyle söyleyeyim sırf çadırları merak ettiğimizden dolayı elimizi kolumuzu sallaya sallaya 4-5 çadır gezdik.
                                        











 Kalabalık Cumartesi akşam-geceyle kıyaslanamazdı bile..Oktoberfest Eylül'ün ortasında başlayıp, Ekim'in ilk haftasını içine alan 3 hafta süren bir festival.  Bizim gittiğimiz haftasonu en kalabalık haftasonlarından birisiymiş çünkü İtalyan Haftasonu olarak nitelendiriliyormuş. O hafta en çok İtalyan turistler geliyormuş.






Ufak ama çok keyif veren ve arkadaşlarımla en eğlendiğim tatillerden birisi olan Oktoberfest-Münih gezisinin sonuna gelip otelin yolunu tuttuk. Çantalarımızı alıp havalimanının yolunu tuttuk. Havalimanında Dallmayr'da oturduk ama yediğimiz herşey kesinlikle başarısızdı. Ama size tavsiye Dallmayr'ın şehir içinde yer alan esas dükkanına uğramanız.

Bizim vaktimiz kısıtlı olduğu için anca bu kadar yapabildik ama dolu dolu  2 gün geçirdik ve hepimize bu ufak tatil çok iyi geldi.

Darısı diğer tatillerimize olsun diyelim :) C U München :)


22 Şubat 2017 Çarşamba

BÜYÜLÜ ŞEHİR: PRAG

Daha önce Prag'a uçak bileti almıştık yalnız oraya henüz uçmadan uçağın saati 4 saat ileri alındığı için bilgilendirme mesajı gelmişti. Bende bu değişikliği kabul etmediğimi belirtip bileti Viyana ile değiştirmiştim.

Kısmet 2016 Noel zamanına Prag'a gitmekmiş. Ama iyi ki de böyle olmuş. Bence Prag kesinlikle noel zamanı güzel. Noel atmosferi, çam ağacı, Old Town Meydanı'ndaki noel pazarı şehri adeta büyülüyor.

Şansımıza Aralık ayı bize güzel yüzünü gösterdi kaldığımız süreç boyunca hava hep güneşliydi. Hava da Ankara'dan kesinlikle daha ılıktı. Tüm gün dışarıda gezmeme rağmen "aa dondum" dediğim bir an olmadı. Bu arada Prag için bence 2 gün kesinlikle ideal. Tabiki gezilecek bir sürü güzel yeri vardır. Ama turistik meşhur olan yerleri bu süre zarfında haydi haydi bitiriyorsunuz. 

Biz 9-11 Aralık tarihlerinde Prag'daydık ve şehir adeta turist kaynıyordu. Açıkçası bu kadar çok turist beklememiştim. Old Town Meydanının Noel Pazarınınnda etkisiyle adeta adım atılacak yer bulunmuyordu.

1.GÜN:

Havalimanından Şehre Ulaşım: 

Havalimanından çıktıktan sonra AE oklarını yani Airport Express tabelasını takip edip şehre giden otobüsleri beklemeye başladık. Otobüs biletini otobüsün içerisinden almak mümkün. Neyseki biz sıranın ilk başlarındaydık. Sıra sonra o kadar doldu ki, insanlar şehre kadar yaklaşık yarım saat ayakta gitmek durumunda kaldılar. Bu otobüs Prag ana tren istasyonu olan Hlavni Nadrazi istasyonuna kadar gidiyor. Biz bir durak öncesinde yani Florenc durağında indik. 


Motel One Prague:

Florenc durağından 5 dakika yürüdükten sonra otelimize yani 
https://www.motel-one.com/en/hotels/prague/  a geldik. Bu otel Avrupada budget otel sınıfında yer alan bir otel olmakla birlikte son senelerde pek çok şehirde açılmaya başlandı.

Daha önce Hamburg'ta da bu otelin Hamburg şubesinde kalmıştık, Hakan'ların Münih gezisinde de yine bu zincir oteli tavsiye etmiştim. 

Otel beni yine şaşırtmadı. Kaldığım 2 gün bu otelden memnun kaldım. Şehre giderken hiç bir zaman metroda kullanmadık. Sallana sallana  yürüyerek 15 dakikada tam merkezde oluyorduk.

Otelimiz Prag'ın meşhur cafelerinden birisi olan Imperial Cafe'nin çaprazında yer alıyordu. Palladium Alışveriş Merkezine 'de yürüyerek 2 dakika uzaklıktaydı. Palladium'u bir keresinde sokağı pas geçmek için kullandık. Burası oldukça büyük bir avm. Ama avmleri sevmeyen birisi olarak hızlıca geçtik. Artık yavaştan cuma akşamı olmuştu. Her yer gitgide hareketlenmeye başlamıştı.

 


Bu arada Prag'da neredeyse her köşebaşında bir dövizci var. Yalnız bazıları baya komisyon alıyor buna dikkat etmekte fayda var.rürken mutlaka 4-5 döviz bürosunun önünden geçerken rakamlara bakın. Daha sonra ortalamayı anlıyorsunuz ona göre paranızı bozdurun.

 Bizim de öncelikli durağımız Old Square Meydanı oldu. 


                                                                   Trdelnik:










 Şehre yeni vardığımızdan dolayı da  acıkmıştık. Hemen noel pazarında gözümüze kestirdiklerimizden yedik. Noel pazarını adeta trdelnik kokusu sarmıştı. Trdelnik, hamuruna tarçın ve rendelenmiş fındık ekleniyor, üstü şekerle kaplanıyor için bir de ekstra nutella koydurursanız tadına adeta doyum olmuyor. Ben kaldığım 3 gün boyunca en çok trdelnik ve cips yedim. Cips dediğim patatesi soyup bir çubuğa takıyorlar ve çeviriyorlar. Görünümü aynı cips gibi :) 


Noel Pazarında baya vakit geçirdikten sonra Petr'la buluşmak için yola koyulduk. Petr benim Strasbourg'ta AİHM  eğitimine katıldığım zaman tanıştığım Çek avukat arkadaşım. Kendisini görmeyeli yaklaşık 5 sene olmuştu. Prag'a  gitmeden önce Prag haritasını her zamanki gibi beynime kazımıştım. Bana nerede buluşalım dediğinde bende ofisinde buluşalım demiştim. Çünkü Prag'ta oluş saatimi tam kestiremiyordum ama sonuçta onun ofiste akşama kadar çalışacağı hususu belliydi. Bana hukuk bürosunun adresini yazdı ve Charles Köprüsünün hemen yanında olduğunu söyledi. Tabi ben daha Charles Köprüsünü bile görmemiştim. Noel Pazarından sonra Charles Köprüsüne gittim ve dediği adrese gittim. Bir iş merkezinin içerisindeydi ofisi. Adresi elimle koymuş gibi sanki daha önce gitmiş gibi buldum..Ofisine girince , daha doğrusu odasının manzarasını görünce şok oldum. Ofisi tam Prag'ın meşhur Charles Köprüsüne bakıyordu. Ben manzarasına hayran kaldım. Sürekli manzaran süper vs.. cümleler kurdum :) 

O anda fotolar çekmeye başladım ve oturduğumuz 2 saat boyunca sürekli foto çektiğimi görünce şaşırdı :D Ofisinden çıktıktan sonra iki adım atınca Charles Köprüsündeydik. Köprüde yaklaşık bir  saat takıldık. Akşam saati olduğu için köprü rahattı. Cumartesi gündüz köprüdeki kalabalıklığı görünce tabi ki şoka girdim. 

Petr bize  Charles Köprüsü üzerinde bulunan çoğu heykeller hakkında bilgi verdi. Bu köprünün üstünde 30 heykel bulunuyor. Ayrıca yapının iki tarafında da kuleler mevcut. Petr bize Osmanlı döneminden de bir heykel gösterdi. Bu heykelde tespih çeken bir Osmanlı gardiyanı zindanın önünde bekliyor. Petr bize köprüdeki taş blokların birbirine daha sağlam tutunması için ara boşluklara konulan harca yumurtanın da ilave edilmiş olduğu rivayetini de anlattı. Köprü geceye özel aydınlatılıyor. Köprünün sonuna kadar yürüdükten sonra (yani Prag kalesinin olduğu taraf)  Petr bizi bir kahveye götüreceğini söyledi ve bizi daha çok yerel halkın takıldığı ve bildiği  Malastrana Beseda Cafe'ye getirdi. Noelinde etkisiyle şehrin her tarafında ayrıca sıcak şarap kokusu sinmişti.



Burada da Petr'la sohbet ettikten sonra tekrar Karl Köprüsünden yürüdük ve vedalaştık. Her gittiğim yerde bir arkadaşımla buluşmak benim için gerçekten de apayrı bir deneyim oluyor. 



 Gece Kulübü-Karlovy Lazne:

Bu arada gece kulübüne gitmek istiyorsanız Karlovy Lazne hemen Karl Köprüsünün ayağında (burası aynı zamanda da Petr'in ofisiyle aynı blokta yer alıyor.)  Gerçi Petr burasının daha çok gençler için olduğunu söyledi ama gitmek isterseniz aklınızda bulunsun. Burası 5 katlı bir gece kulübü. Hatta binanın dışında orasının Avrupa'nın en büyüğü olduğu yazıyor ama bu kısmı tabiki bilemiyorum. 

Biz Hakan'la tekrar noel pazarına gittik geç saat oldukça noel pazarı iyice kalabalıklaşmıştı. Devasa bir çam ağacı kurulmuştu. Ayrıca basamaklar oluşturmuşlardı. Oraya çıkıp fotoğraf çektiğinizde çok güzel bir kare yakalamış oluyordunuz. Belli aralıklarla çam ağacında ışık ve ses gösterisi oluyordu. Ayrıca dev bir sahne kuruluydu ve orkestra noel şarkıları söylüyordu. Ortam tam masalsı kıvamındaydı bir de hafif kar atıştırsa kesinlikle süper olurdu.  

Stare Mesto yani Eski Şehir meydanı kesinlikle Prag'ın kalbi. 

Astronomik Saat:

Bu meydanda bulunan Astronomik Saat 15 yy. sonlarında Hunus Usta tarafından yapılmıştır. Amacı insanlara  "Herkes bir gün geldiği yere geri gönderecek yani elbet bir gün toprakla özdeşleşip ölecek" mesajını vermektir. Zamanla Hunuş Usta'ya başka yerlerden de teklif gelir ve bu teklifler Kral'ın kulağına gider. Kral, Hunuş Usta'nın bu saati başka yere yapmasını engellemek için gözlerine mil çektirir. Buna Hunuş Usta çok üzülür ve saatin mekanizmasına bırakıp intihar eder. Amacı saati bozup Kral'dan intikam almaktır. Bu olaydan uzun bir süre sonra da saati çalıştıramazlar.


Her saat başı bu görsel şöleni izlemek için saatin önü tıklım tıklım oluyor. Saat başlarında saatin içinden 4 tane kukla çıkıyor. Bu kuklaların ne anlama geldiğini öğrenmek için googledan araştırma yapmanızı tavsiye ederim.

Bende saat gece 21'de saatin önünde hazır oldum ama o kadar büyük bir kalabalık oluyor ki gerçekten hiç bu kadar büyük bir kalabalık beklemiyordum. 

Bu arada Prag'da neredeyse her köşebaşında yeşil melek halinde absinth dükkanları bulunuyor. Bu içecek %70 oranında alkol içeriyormuş. 




U Flecu:

Görsel saat showu da izledikten sonra geleneksel Çek yemeği ve showu izlemek istedim ve henüz Prag' a gitmeden önce araştırdığım ve Petr'ın da tavsiye ettiği U Flecu 'ya doğru yürüdük. Burası Old Town Square'den yaklaşık 10 dakika yürüme mesafesinde. Size gitmeden önce buradan rezervasyon  yapmanızı öneririm. Daha önceki yazılarımı okuyanlar bilir ben her zaman gitmeden önce rezervasyonumu yaptırırım. Ama bu kısa tatilde  daha relax daha spontane zaman geçirmek istediğimden dolayı hiç bir yere rezervasyon yaptırmadım. U Flecu'ya doğru yürürken artık turistik bölgeden uzaklaşmıştık sokaklar ıssızlaşmıştı. Dolayısıyla U Flecu'da da sıra yoktur diye düşünmüştüm. Ama onun olduğu sokağı uzaktan görünce bir hareketlilik olduğunu anladım mekanın önüne geldiğimde ise şok oldum. Yaklaşık 35 kişi falan dışarıda sıra bekliyordu. İki dakika bekledikten sonra artık dönmeye karar vermiştim ama tam o sırada restaurantın kapısı açıldı adam bir anda 10-15 kişi aldı içeriye. Öyle olunca bizde beklemeye karar verdik yaklaşık 15-20 dakika kapıda bekledikten sonra içeriye girdik. Masalar, sandalyeler tipik Avrupa'daki lokal mekanlar gibiydi. Burada geleneksel Çek yemeklerini ve biralarını tatmak mümkün. Mekan oldukça büyük. Farklı farklı salonları mevcut. İçeride akerdeyonlarla  canlı müzik söyleyen müzisyenler vardı. Masadakiler de koca bira bardaklarıyla Çekçe şarkılara eşlik ediyordu.  Masalar uzundu ve yan tarafımızda başkaları oturuyordu. Gayet eğlenceli bir ortam vardı. Bizde ortaya karışık sepette et söyledik ve ördek eti yedik. Mekanı gezmek için içerilere de göz attım ve arka tarafta büyük bir salon daha keşfettim. Burası kabare için tasarlanan bir mekan önde show var ve yine masalarda herkes yemeklerini yiyordu. 





Ben bu mekandan oldukça memnun kaldım. Prag'a gidenler bence listesine eklesin. Daha sonra gece yürüyüşü yaptık.




2.GÜN: 

Imperial Cafe: 

Prag'a gidenlerden mutlaka duyacaksınız Imperal Cafe'ye gidin diye. Ben de Prag hakkında araştırma yaparken bu cafeyi listeme eklemiştim bile. Petr 'da buranın şefinin meşhur olduğunu ve gidilebilecek bir yer olarak bahsedince (zaten kaldığımız otelin hemen çaprazında olması sebebiyle) kahvaltıda Imperial Cafe'de karar kıldık. Cafe Imperial, Imperial Hotel'in altında bulunuyor. Yüksek tavanlı ve renkli mozaik döşemeli duvarlar ve sütunlar içeren de özel bir oda bulunuyor. Burası aynı zamanda Michelin yıldızlı bir restaurant. Açık büfe kahvaltısı oldukça zengin. Kahvaltı da şampanya bile var ve fiyatı Aralık 2016 tarihi itibariyle 349 CZ yani yaklaşık 45 TL. Menüden farklı kahvaltı alternatiflerini de seçebilirsiniz.Onlar da yaklaşık 25 TL'ye tekabül ediyor. Kahvaltı için veya günün herhangi bir saatinde kahve-pasta ikilisi için de uğrayabilirsiniz. 


 










Prag Kalesi- Prazsky Hrad:
Burada mükellef bir kahvaltı yaptıktan sonra istikametimiz Prag Kalesi idi. Prag Kalesine Imperial Cafe'nin hemen iki dakika ilerisinde yer alan metro durağında metroya binerek gittik. Bu da Prag'ta bindiğimiz ilk ve tek metro seferiydi. Metro Prag Kalesi'nin eteğine kadar getiriyor. Metrodan indikten sonra bizde kalabalığı takip etmeye ve daha sonra da yokuşu tırmanmaya başladık. Yokuş daha sonra baya kalabalıklaştı ve hatta daha sonra Prag Kalesinin girişinde sıra olmaya başladık. Günlerden Cumartesiydi ve şansımıza güneşli Prag günü bekliyordu. Güvenlikten geçtikten sonra Prag Kalesi surlarındaydık. İşte burada bizi çok güzel bir Prag manzarası bekliyordu. Herkes burada fotoğraf makinelerine sarılmıştı. 





Prag Kalesi'nin bir diğer özelliği de Cumhurbaşkanı'nın burada ikamet ediyor olması. Kale'nin içerisinde ayrıca ücretli olarak girebileceğiniz pekçok müze mevcut.

Prag Kalesinde ayrıca Aziz Vitus Katedrali bulunuyor. Noel zamanı olması sebebiyle buraya da kocaman bir çam ağacı kurulmuştu. Etrafında yine irili ufaklı kulübeler. Noel pazarını yine nutellalı tredelnik ve sıcak şarap kokuları sarmıştı.









Eğer şanslıysanız askerlerin devir teslim törenine de denk gelebilirsiniz.  O sırada herkes fotoğraf çekebilmek için her yer oldukça kalabalık oluyor. 







Ben Kale'nin için bu kadar büyük olduğunu tahmin etmiyordum. Ama içerisi oldukça büyük bir yer.  Burada yarım gün geçirebilirsiniz.

Kale gezimizi tamamladıktan sonra bu sefer diğer çıkış kapısından çıktık ve sokaklardan kıvrıla kıvrıla aşağıya doğru inmeye başladık


 
Kale sokaklarından inerken karşınıza John Lennon Pub çıkacaktır. Daha sonra yürümeye devam edin ve John Lennon Duvarı'nı bulun. 



Prag sokaklarında böyle geziyorlar :)


John Lennon Duvarı:

Burası aslında normal bir duvarken John Lennon'un ölümünün ardından "Imagine" yazılmış bir duvar olup, ilerleyen zamanlarda graffitilerin yoğun olduğu ve barış üzerine sözlerin bulunduğu bir duvar haline dönüşmüştür. Buraya kadar gelip duvar önünde havalı bir poz vermeden sakın dönmeyin. 

Biz ordayken de Türk bir grup vardı ve onların sohbetlerine bayıldım. Havalı blogger gibi poz verelim diye diye yüzlerce poz çektiler.  








Kampa Adası:

Kampa Adasında gezerken kendimi Strasbourg'ta gibi hissettim. Kanallar, nehir turları, değirmen, sessizlik kısaca huzur var burada. Burada size hemen değirmenin yanındaki Mlynska Kavarna yani Mlynka Cafe'yi tavsiye ederim. Manzarası çok güzel ve insana adeta huzur veren bir yer burası. 






Prag'da gezerken zaten çoğu yerde Kavarna ismini göreceksiniz bu da Cafe anlamına geliyor.

En Dar Sokak:

Dünyadaki en dar sokağın Prag'ta olduğu iddia ediliyor. Hatta ancak bir insan sığdığı için insanlar yolda sıkışmasın diye trafik lambası koymuşlar. Ben pek inanmadım bence turistik bir aksiyon yaratmışlar. 




Franz Kafka Museum:
 Kampa Adası'nda ilerlerken Franz Kafka Müzesi bulunuyor bu tatilimiz kısa olduğu için müzeye gitmeyi pek istemedim. Ama önündeki bankta baya oturdum, gelene geçene baktım.zenin önünde birbirlerine karşılıklı bakan iki  adam heykeli mevcut. 


Ama bu müzenin özelliğini bilsem belki de giderdim. Burası diğer müzelerden ayrı bir yermiş. Labirentlerde gezerken kendinizi Kafka romanlarında hissediyormuşsunuz.   

Bu müze Charles Bridge Köprüsünün çıkış tarafında Lesser Town tarafında bulunuyor. Müzenin girişinde Kafka'nın K'sı sizi karşılıyor. 




Müzenin hemen arka tarafına doğru gidince sizi eşsiz Charles Bridge manzarası karşılıyor. Hemen karşı tarafta da Prag'ın nezih bir restaurantı olan Kampa Park Restaurant bulunuyor. Prag'ta nezih ve fiyat olarak ortalamanın üzerinde bir yer tercih edecekseniz tercihiniz burası olmalı.  Burası Charles Köprüsü'nün ayağında bulunuyor ve eşsiz bir manzarayı izliyorsunuz. Ben artık orada çok yorulduğumdan dolayı bir sandalye aldım ve nehre doğru ayaklarımı uzatıp bu eşsiz manzarasının keyfini çıkarttım. Gerçekten muhteşem bir manzara...  





Burada da manzaranın tadını baya çıkarttıktan sonra Charles Köprüsü'ne çıktık ve turistlerden köprüde gerçekten adım atılmıyordu.  Köprünün bir gece önceki halinden eser yoktu. Üstünde şarkıcılar, çalgıcılar, ressamlar , performans sanatçılarıyla Köprü baya sevimli bir hal almıştı. Bende Köprüde çalan şarkılara kendimi kaptırdım ve Köprüden Hakan'la Prag manzarasını izledim. 


İşte ortadaki sarı binada Petr'in ofisi bulunuyor:








Dancing House- Dans Eden Ev: 

Daha sonra Prag'a gelenlerin bir ritüeli olan Dancing House'a doğru nehir boyunca yürüdük. Bu binaya dans eden ev denmesinin sebebi adeta dans eden erkek ve kadının silüetinin yer almasından kaynaklanmaktadır.



Cafe Slavia: 

Prag'daki meşhur cafelerden bir diğeri de Cafe Slavia... Bu cafe Ulusal Tiyatro'nun yan tarafında bulunuyor. Burası ünlü edebiyatçıların kafesi olarak bilinmekle birlikte, Nazım Hikmet'in en çok takıldığı cafeymiş hatta burada yazdığı bir şiiri de bulunuyor.

" Slavya kahvesinde oturan dostum tavfer'le,
vıltava suyuna karşı oturup,
tatlı tatlı yarenliği severim
hele sabahları hele baharda.
hele sabahları hele baharda
konuşurken dalar dalar gideriz
bir yitirir bir buluruz birbirimizi.
hele sabahları hele baharda.
prağ şehri yaldızlı bir dumandır
ve kızıl, kocaman bir elma gibi.
nezval geçer taze çıkmış kabrinden
param parça yüreği de elinde
ve orhan veli'yle karşılaşırlar
urumeli hisarından gelir o
ve telli kavağa benzer orhanım
yüreciği delik deşik onun da.
biz de aynı loncadanız biliriz tavfer
zanaatların en kanlısı şairlik
sırların sırrını öğrenmek için
yüreğini yiyeceksin, yedireceksin.
pırağ şehri yaldızlı bir dumandır
vıltava suyunun köpüklerine
martı kuşlarıyla gelir İstanbul

lejyonerler köprüsüne gidelim tavfer
martı kuşlarına ekmek verelim"


Biz bu cafe konusunda çok şanslıydık. Cafe oldukça büyük. Cafenin tam en ön ve köşebaşındaki masada oturan şansımıza kalktı ve bizde bu masada tam 2-3 saat geçirdik. Sırayla Apfelstrudel, kahve diğer tatlıları deneyerek karşımızda nehir ve çok güzel bir günbatımıyla günü uğurladık. 

Buraya gitmişken Nazım Hikmet'in tablosunu bulmadan dönmek olmaz. Cafede o kadar çok tablo var ki acaba nerededir diye düşünüyordum ama alt kata inen merdivenin tam karşısında tablosu yer alıyor. 






 Pariszka Caddesi:

Buraya Champs Elysee Caddesi diye hitap etsek yanlış olmaz. Prag'ın en meşhur mağazaları ve markaları burada yer alıyor. Caddenin başından sonuna kadar tur atmanızı tavsiye ederim.  
Vitrinler:




Pariszka Caddesinin arka tarafları ise Yahudi mahallesi olarak adlandırılıyor. Burada sinagog ve mezarlık var , gündüz gezebilirsiniz. Biz geç saatlere gittiğimiz için her ikisi de kapanmıştı. 


Pariszka Caddesini turumuzu da attıktan sonra    tekrar noel pazarının canlı olduğu zaman  başlamıştı.Cumartesi gecesi noel pazarı oldukça kalabalıktı. Bir tarafta yiyecek kokuları, diğer tarafta kalabalık , diğer tarafta orkestra tınısı ve ortada kocaman çam ağacıyla Old Town Market adeta sihirli bir yere dönüşmüştü.   Cumartesi gecesi noel pazarı o kadar kalabalıktı ki adeta adım atılacak yer yoktu. Tüm lokantaların önünde acayip sıra vardı. 

Hard Rock Cafe -Prag: 

Biz önce Hard Rock Cafe'ye gittik. Hard Rock Cafe'de Old Town Square'in hemen arka tarafında yer alıyor. Gittiğim her ülkede genellikle Hard Rock Cafe'ye uğrarım. Burada kristallerden yapılan gitar oldukça dikkat çekiciydi. 



 Trattoria by Giovanni:

Akşam yemeğimizi  İtalyan restaurantında yemek istedim. Normalde yürürken her yerde gözüme çarpan İtalyan lokantaları aradığımız için karşımıza çıkmadı :) O kalabalıkta neredeyse 1 saat yürüyerek İtalyan lokantası aradık. Karşımıza yürürken 1-2 tane İtalyan lokantası çıktı ama onların nedense dışarıdan görünüşü hoşuma gitmedi. Ama artık ayaklarımıza kara sular indiğinden ve acıktığımızdan dolayı diğer denk geldiğimiz "Trattoria by Giovanni" isimli İtalyan lokantasına girdik. Girdiğime ilk başta biraz pişman oldum. Lokanta şarap mahzeni görünümündeydı. Pişman olmamın sebebi mekan o kadar doluydu ki neredeyse yarım saatte içeride bekledik. Daha sonra masa balınca garson bizi dar bir masaya oturttu.  Pizzalar ise normaldi yani ben çok daha lezzetli pizzalar hayal etmiştim. Ya da o kadar sıkıldıktan sonra bana süper gelmedi pizzalar ama ortam güzeldi.Astronomik Saatin çaprazında yer alan sokaklardan girildiğinde hemen sağ tarafta kalıyordu. 

 Baya yorulmuşum :)



Artık geç saat olunca yürüye yürüye  mağazaların vitrinine bakarak, noel süslemelerine bakarak otelin yolunu tuttuk. 

3.GÜN:  

Wenceslass Meydanı: 

Bugün artık Prag'ta son günümüzdü.Burası oldukça büyük bir meydan ve Prag'ın mağazaları  bulunuyor. Pariszka caddesinde sadece lüks mağazalar bulunuyorken burada her türlü mağazayı bulmanız mümkün. Meydanın başında Wenceslas'ın heykeli bulunuyor.

Bu meydanı da boylu boyuna gezdikten sonra Charles Köprüsünde son kez yürüyüş yaptık. Tabi şimdilik bunu kimse bilemez. Gerçekten de hayatımın son Charles Köprüsü yürüyüşünü  olup-olmadığını... Her şehirden ayrılırken içime garip bir hüzün çöker acaba hayatımda bir kez daha görme şansım olacak mı burayı diye kısmet....   

Daha sonra turistik eşya satan dükkanlara girip ufak tefek hediyeliklerimizi aldık ve valizi almak için otele gittik.

 
Tren İstasyonundan Havalimanına Gidiş:
Valizi aldıktan sonra Hlavni Nadrazi Tren İstasyonuna doğru yürümeye başladık aslında planım otobüsün tren istasyonundan kalkış saatinden yaklaşık 15-20 dakika önce orada olmaktı. Google map beni bu konuda yanılttı valizi sürükleye sürükleye giderken o caddede inşaat olduğunu fark edip tekrar yolu uzatmak durumunda kaldık. Tren istasyonuna geldiğimizde otobüsün kalkmasına artık 5 dakika kalmıştı. Mantıken daha önceki deneyimlerime dayanarak havalimanına giden otobüsler tam tren istasyonun önündeki otobüs duraklarından kalkıyordu. Ama önündeki duraklara bakm in cin top oynuyordu bu işte bit yeniği vardı. Koşa koşa tren istasyonuna girdik information deski bulmak için. Information deskte normalde girişte olur baya ilerideydi. Gittim ve havalimanına giden otobüsler nereden kalkıyor diye sordum 1.kattan dedi. Ama içerisi tren istasyonuydu 1.kat ne alakaydı yani :D Dedim kesin yanlış anladı tekrar döndüm sordum 1. katta dedi. Acele olarak 1.kata çıktık ama baktım orası da tren raylarının olduğu bir kısım artık son 1-2 dakika kalmıştı. Artık yanlış  geldiğimizi düşünürken tesadüfen otobüs işaretini gösteren bir ok gördüm ve oraya doğru koştuk kapıyı açınca tren istasyonundan dışarıya çıkmış olduk. İşte tam orada duran bir otobüs vardı ve şansımıza o havalimanına giden AE otobüsüydü. Biz bindik ve otobüs hareket etti. Bu otobüsü kullanacaklar otobüsün nereden kalktığına yönelik bu bilgi kulaklarınıza küpe olsun :)

Prag bende nasıl bir etki bıraktı derseniz. Ortaçağ kenti, romantizm şehri diyorlar. Evet güzel bir şehir ama Almanya'da eski değişik bir çok şehir gördüğüm için burası bana öyle çok değişik gelmedi. Çoğu Avrupa ülkesine kıyasla fiyatlar oldukça makul,noel zamanı da noel pazarının etkisiyle şehir oldukça hareketli. 
  
İşte bu da benim 3 günlük Prag hikayem... Noel zamanı olması sebebiyle Prag oldukça kalabalık ve büyüleyici. Kar da olsaydı biraz tadından kesin doyum olmazdı. Bence Prag'ın temel yerlerini görmek için 3 gün kesinlikle yeter. Havayolu şirketlerinin kampanyalarını takip ederek Prag biletlerinizi cebinize koyun derim :) Her zaman dediğim gibi hayat gezince güzel:)